Cuma, Eylül 05, 2008

....

yeniden mi başlasam...

Çarşamba, Ocak 10, 2007

bitecek, bitiyor, bittiii...

ne bu biten: günler tabiikii... iş çıkışı akşamlar, haftasonları, bayram tatilleri, kaçamak tatiller, yaz ayları, 2005, 2006... hepsi çabucak geçiyor ve bitiveriyor... 2006 da biiti, uzun ve güzel bi tatille başladım bu yeni seneye... bu sene için güzel tatil planlarım var ya, bu da iyi bi başlangıç oldu... uzun zaman sonra çekirdek ailemiz olarak nihayet tam kadro biraraya gelebildik... boyle olunca da hakkını birhayli verdik yılbaşı akşamının, tabii bi de babişkomun 57. doğumgününün... güzel bi sofra, yemekler, içkiler, tatlı olarak balkabağı pastası ( bi yerde okumuştum, yeni yıl sofrasında mutlaka olmalıymış balkabağı, niye veya hangi kültüre ait bi gelenek bilmiyorum) sonra babişkoma doğumgünü pastası, hediyeler, tombala, bol bol tv ve zap... uzun zaman sonra farlklı bi yeni yıl akşamı oldu bana... tabii darlingim olmayınca bi tarafım buruk kalmadı değil ama yapacak bişey yok... yeniyılla bayram üstüste gelince bayramlaşma merasimlerimizi de bir gün erteledik bu seferlik... ilk gün sadece gelen misafirlerimizi ağırladık ve hiç çıkmadık evden... normalde öğleye kadar evde olup sonrasında yakın büyüklerimize giderdik... bu sene bayramlaşma geleneğimizi bayaa bi değiştirdik aslında, ilk günü atlayıp sonrasında da havayı güzel görüp babişkoya mızıklayıp araya sahil yürüyüşleri, marinada cafe molaları ekleyince program cok uzadı...
tatil boyunca arkadaşlarımla tam istediğim kadar olmasada birkaç kez biraraya gelebildik... yeni duyduğum bi oyun oynadık bi akşam, trivial pursuit... çok eğlenceli oldu, iki gruba ayrılıp sözcü, zarcı vs. gibi görev dağılımları da yapınca... rekabet, atışma, mızıkçılık, bunların tümü çok keyifli samimi arkadaş ortamlarında, bunu bi kez daha anladım...
bi de tatil boyunca elime geçen tüm gazeteleri eni konu karıştırdım, emindim süslü yılbaşı ağacına bağlanmış koyun esprili bi karikatür göreceğime, ama görmedim... çok emindim oysa...

Pazar, Aralık 24, 2006

yıllar sonra...

cumartesi akşamı, gerçekten çok uzun yıllar sonra, lise yıllarından çok sevdiğim ve lise sonrası amerikaya gitmesiyle uzun süre haberleşemediğim bi arkadaşımın yaklaşık iki ay önce bu fikri öne atmasıyla başlayan organizasyon sürecini sağ salim atlatarak, kapsamlı bi lise sınıf arkadaşları buluşması gerşekleştirdik. hernekadar rezervasyon yaptırdığımız meyhane 18 kişilik grubumuz için 16 kişilik ve iki farklı masa hazırlama gafletini göstermiş olsa da, gecemiz çok iyi geçti. sohbet önce; şimdi naapıyosun, nasılsın, aa hiç değişmemişsin vs. ile başladı ve tabiiki ilerleyen saatlerle lise hatta ortaokul anılarına ve beraberinde de bolca kahkahalara dönüştü. sabaha karşı evlerimize dönerken, hepimizin yüzünde kocaman birer gülümseme vardı...
bu güzel geceden sonra bugün sabah ve hatta tüm gün normalin iki katı ağır ve ağrıyan bi baş, yaklaşık 4 saatlik uykuyla idare ettiğinden kıpkırmızı gözler ve tam bi uyuşuklukla geçti... hıı, bi de aksam saat 19.00 civari, güzel bi akşamüzeri kestirmesinin tam ortasında, telefonumun çalışıyla uyanıp, yarın sabah saat 5.30da kütahyaya gitmek üzre yola çıkacağımızı öğrenip, küçük bi şok yaşadıktan ve sarsılarak kendime geldikten sonra, yolluk, en çok da kahvaltılık tuzlu bişey olsun yanımızda diye, tarifini suradan aldığım, gerçekten çok ama çok lezzetli, resimdeki peynirli-bezelyeli kek ten yaptım... bi de bu cümlenin sonunda acaba en fazla kaç virgüllü bi cümle kurabilirim diye düşünüp kendimden korktum... bu ne yaaa, böyle cümle mi olur dememek lazım, orhan pamuk okumaya tam gaz devam...

Çarşamba, Aralık 20, 2006

PARİS 360°

Nihayet, bi süre önce gazetede haberini okuduğum ve açılışını beklediğim sergiye gittim. Tabii işten güçten iki hafta gecikmeli olarak. Panoramik fotoğraflara daha önceden aşina olmama rağmen, sanırım Paris olmaları ve bu derece profesyonel olmaları sebebiyle çok etkilendim. Gezerken bunlar fotoğraf değil resim gibiler diye düşünmüştüm, sonradan öğrendim ki bunun en büyük sebebi baskıların tuale yapılmış olmasıymış.

Bi de fotoğraflarda en hoşuma giden şey, Pariste meydanlardaki, sokaklardaki, binalardaki, dönemin şehircilik ve mimari anlayışının bir yansıması olan, simetrinin; gerçekte insan gözünün tarayabildiği açıdan dolayı bir iki farklı bakışla algılanabiliyorken, fotoğraflarda çok net şekilde görülebiliyor olmasıydı. Özellikle de opera meydanı fotoğrafında...
Sanatçı şu anda da eş zamanlı başladığı İstanbul projesi üzerinde çalışıyormuş. Onu da dört gözle bekliyorum. Bu sergi İstanbuldan sonra İzmir, Ankara ve başka şehirlere de gidecekmiş. Parissever arkadaşlarıma haber vermeliyim hemen...

Pazar, Aralık 17, 2006

sevgili askerdeyken, ben...


daha çok çay içiyorum
daha çok çalışıyorum
daha çok araba kullanıyorum
daha az yemek yapıyorum
daha çok kitap okuyorum
daha çok tv izliyorum
daha çok alışveriş yapıyorum
daha çok evde zaman geçiriyorum
daha az alkol tüketiyorum
daha çok makyaj yapıyorum
daha çok öğün geçiştiriyorum
daha çok iş seyehati yapıyorum
daha çok temizlik yapıyorum
daha az su içiyorum
daha çok avm geziyorum
daha çok telefonda konuşuyorum
daha az deniz kenarına gidiyorum
daha çok taksiye biniyorum
daha çok aylık dergi alıyorum
daha az gece dışarda oluyorum
daha çok kuaföre gidiyorum
veee...
bi dee onu çok özlüyorum!!!!

Pazar, Aralık 10, 2006

geçen hafta I...

Geçen hafta çok özel ve güzel bi haftaydı... Çünküü darlingim izin aldı ve 5gün istanbuldaydı... Pazar günü öğleden sonra gittim aldım alandan ve taa cuma sabahı da bıraktım... Yaklaşık 4ay sonra burada olması ve onunla vakit geçirmek öyle iyi geldi ki... Bu askerlik mevzusu öncesi hayatımız bir anda geri geliverdi, ve anladımki bundan 40gün sonra da böyle hemencecik eski hayatımıza kavuşacağız ve bu da inanılmaz içimi rahatlattı... Çünkü zaman ilerledikçe ve günler hatta aylar geçtikçe insan ister istemez bi kabulleniş haliyle, içinde bulunduğu duruma alışıveriyor ve tüm sistemler buna göre programlanıyor, kendiliğinden... Bu insanın hoşuna gitse de gitmese de... Ama araya giren şu kadarcık kısa bi değişiklik hemen kendine getiriyor insanı... Evet tabi bu 5 aylık süre de hayatın farklı deneyimlerini içeren bi dilim olarak çok şey ifade edecek sonrası için... bunu da biliyorum ve bunun da deneyimlenmesi gereken bi dönem olduğu bilinciyle geçiriyorum bu zamanı ve böylece de kahretmiyorum kendimi, diğer bi sürü insanda görüp kınadığım şekilde...
Neyse bu kadar iç dökme yeter... Sevgili geliyor diye bi heyecan aldı ki beni, muhteşemdi... Şöyle bi bakıma çektim kendimi, cuma günü... Cilt bakımı, kuaför, manikür... Cumartesi günü eve bisürü alışveriş yaptım, sonra da sevgilinin sevdiği şeyler hazırladım zevkle... Portakallı- fındıklı-kayısılı kek, mantarlı-peynirli börek, sakızlı muhallebili güllaç ve balkabağı çorbası... Bu sonuncuyu ilk kez denedim, ama sanırım onun da favorilerine girdi bu çorba...
portakallı-fındıklı-kayısılı kek
malzemeler
-2 yumurta
-1 bardak şeker
-1/2 bardak sıvı yağ
-1 portakalın suyu ve kabuğunun rendesi
-2.5 bardak un
-1 pk kabartma tozu
-1/2 bardak irice dövülmüş fındık
-12 adet küçük doğranmış kuru kayısı
-3-4 yk kayısı marmelatı
yapılışı
Yumurtalar iyice köpürünceye kadar önce yanlız sonra şeker de eklenerek çırpılır, sonra yağ ve portakal suyu ve kabuğu eklenir. Enson un ve kabartma tozu elenir ve fındıkların birazı ayrılarak kuru kayısılarla birlikte hamur karışrırılır. Kek kalıbına hamurdan biraz dökülür, sonra araya kayısı marmelatı sürülüp kalan hamur eklenir. en üste kalan fındıklar serpilerek 175derece fırında yaklaşık 1 saat pişirilir...
notlar
-arada marmelat katmanı olduğu için, benim gibi güneş gidiyor telaşına düşüp keki tam soğumadan kalıptan çıkarırsanız kekiniz parçalanabilir, ve böyle dilim fotoğrafı çekmek zorunda kalırsınız
-marmelat katmanının altındaki hamuru üste göre daha çok tutmakta fayda var, yoksa marmelat aşağı doğru çökebiliyor, ve esit bi görüntü olmuyor...malum yerçekimi...
-bu kek, kek değil de sanki turta gibi oldu. bu yüzden bidahaki sefere ortası delik olmayan kelepçeli kalıpta pişirirsem, görüntü olarak da daha bi hakkını veririm diye düşünüyorum.

mantarlı-peynirli börek

malzemeler

- 2 adet yufka

-1 yumurta

-2yk yoğurt

-2yk sıvı yağ

-1/2 çay bardağı süt

- 1 orta boy soğan

-15 adet mantar

-10adet kiraz domates

-1 bardak rendelenmiş peynir

(ben 1/2 kaşar, 1/2 teneke tulum kullandım)

yapılışı

mantar soğan ve domatesler bir tavada önceden sotelenir. tepsi yağlanır ve yufkanın biri tepsiye serilir. tepsinin yüksekliğinden biraz daha fazla taşacak şekilde fazla kısımlar kesilip üzerine küçük parçalar seklinde serpiştirilir. yumurta, sıvı yağ, yoğurt ve süt karıştırılarak harç yapılır. yufka katmanının üzerine birazı dökülür. önceden hazırlanan sotenin suyu alınıp yufkaların üzerine peynirle birlikte serilir. ikinci yufka tepsinin tam olçüsünde kesilip kenara alınır. kalan kısım mantarların üzerine yine küçük parçalar seklinde serpiştirilir, harcın birkısmı daha bunların üzerine dökülüp bütün yufka serilir. alt yufkanın sarkan kısımları üste katlanıp kenarları kıvrılır. en sona kalan harç 1 kaşık şekerle karıştırılarak böreğin üstüne sürülür ve susam ve çörek otu serpilerek 200 derece fırında 40-45dk pişirilir.

notlar

-bu börek hafif ılıkken çok güzel oluyor. zira fırından çıkar çıkmaz iç malzemesinden ötürü, tehlikeli derecede sıcak olabiliyor...

-benim tepsim 30cm çapında idi...

sakızlı muhallebili güllaç

malzemeler- muhallebi için

-1/2lt süt

-1.5 fincan şeker

-1.5 fincan un

-3-4 adet dövülmüş damla sakızı

yapılışı

yüksek bir tepsiye, paketin üzerindeki tarife göre hazırlanmış 5 adet güllaç yaprağının yarısı serilir. süt, un, şeker ve sakız bir tencerede muhallebi kıvamına gelinceye kadar karıştırılarak pişirilir. yaklaşık 5dk mikserle çırpılıp güllaç katmanının üzerine dökülür. kalan güllaç yaprakları da muhallebinin üzerine yerleştirilip, güllaç tarifinden kalan süt tümünün üzerine gezdirilir. buzdolabında en az 3-4 saat soğutulup, dinlendirilip ceviz ve nar taneleriyle servis yapılır.

notlar

-tepsinin derin olması ya da altında bir tepsi daha olması iyi olur çünkü mutlaka taşıyor

-ceviz ve narsız bizim daha çok hoşumuza gitti çünkü böylece sakız aromasıyla yarışan hiçbirşey olmuyor ve tadı daha iyi alınabiliyor

-tarifi bir yemek sitesine gelen güllaç yorumlarında okumuştum. tam olarak kime ait olduğunu bilmiyorum


balkabağı çorbası
malzemeler

-600gr balkabağı

-1 adet patates

-1 adet soğan

-1yk kırmızı biber salçası

-2yk sıvı yağ

yapılışı

salça sıvı yağda biraz kavrulup, iri doğranmış soğan ve küp doğranmış patatesler eklenerek soğanlar şeffaflaşıncaya kadar kavrulmaya devam edilir. balkabakları irice doğranıp biraz tuz ve yaklaşık 1lt suyla birlikte ilave edilerek kısık ateste balkabakları iyice yumuşayana kadar pişirilir. son olarak blendırdan geçirilip karabiber ve muskat eklenerek kaynatılır. üzerine kıyılmış maydonozla servis edilir.

notlar

-maydonoz önce süs amaçlı idi, ama taze kıyılmış olarak çorbaya çok şey kattı, ve artık olmazsa olmaz oldu.

-resimde üzerinde görünen siyahlıklar da yine taze çekilmiş karabiber...

-blendırdan geçirme safhasından sonraki kaynatma sırasında, elde edilen kıvama göre sıcak su ilavesiyle istenen yoğunluk elde edilebilir. zira ben blendır aşamasında biraz yoğun olmasını kolaylık ve sıçramaması vs. için tercih ederim tüm bu tip çorbalarda.

Cumartesi, Aralık 09, 2006

geçen hafta II...

Geçen haftanın tümü çok çok çok dolu geçti... Her gündüz ve her akşam için bi program vardı... Bi de ben aralarda çalıştım da... Tabi normal zamanlara göre daha az... Neyseki düşündüklerimizin nerdeyse tümünü gerçekleştirebildik... İşte böyle zamanlarda insan serbest çalışmanın kıymetini biraz daha anlıyor...
Pazartesi günü geçen sene film festivalinde izleyip çok beğendiğimiz dondurmam gaymak a bidaha gittik... Salı günü darlingin ihtiyaçları için bi ön alışveriş merkezi gezmesi yaptık...
Çarşamba günü de Koç Müzesindeki Leonardo : evrensel deha sergisine gittik... Bu sergiye gitmek uzun zamandır aklımdaydı ama sevgili gelince gideriz diye gitmemiştim... Çok da iyi oldu, çünkü böyle şeyleri darlingle gezince daha bi zevkli oluyo... Hem o bu sergiyi kaçırsaydı, ben biçok şeyin yanında bi de bunun için üzülecektim... Leonardonun daha 1500lerde, makara sistemleri ve dişli çark sistemleri gibi mekanizmalar üzerine kafa yorup tasarladığı pek çok alet, günümüz modern mekanik araçların çoğunun yola çıkış mantığın yansıtıyor ve bu da insanı irkilecek derecede etkiliyor... Mutlaka görülmeliymiş gerçekten, iyi ki vakit ayırıp gitmişiz...



Son gün de bi istinye sefası yaptık. 7 aralık günü için hava da bundan daha iyi olamazdı herhalde... Tam, limonata gibi derler ya, öyle... Ne ufacık bi esinti, ne denizde bi dalga... Bizim gibi deniz kenarında yürüyüş yapan birkaç insan, yazları hep gittiğimiz ve kenarda biyerde zar zor yer bulabildiğimiz çay bahçesinde oturan sadece 1-2 masa... Ee tabii yanında bi de güzel bi bardak çay ve iyi kızarmış peynirli bi tost... Tam terapi...




Bu da yürüyüş yaparken karşımıza çıkan bi yenilik. Açıkhava spor parkı, dedim ama tam adı nedir bilmiyorum da ondan... Muhteşem bişey, bildiğimiz fitness salonlarındaki aletlerin neredeyse tümünün renkli ve açıkhava kullanımına uygun sekilde üretilmişleri... Stepper, bisiklet, kürek... ve daha adını bilmediğim neler neler... Bazılarını denedim, çok da eğlencliler... En güzeli de biçok büyük insanın burada vakit geçiriyor olması... Acaip özendim, istinye bana biraz uzak biyer tabii, ama neden benim evimin yakınındaki parkta da bunlardan olmasın ki... İlk iş bunu belediyeye yazıcam...
5gün böylece geçip gitti, ardından biraz hüzün oldu tabiii, ama katlanılabilir boyutta, tabi o da kalan 40 günün hatrına...

Çarşamba, Kasım 29, 2006

24...

tam 24 saat sürdü, evden çıkışım ve kapıdan içeri girişim... naaptım bu 24 saatte: özlediğim otobüs yolculuğunu yapıcam hevesiyle cumartesi 07.00de ankaraya doğru yola çıktım. ama her daim (uçakta check in de bile) böyle şeylere dikkat eden ben, bu sefer güneşin geliş yönünü kestiremediğimden, sağımda perdeleri çektiğim, önümde de otobüsün storları inmiş olduğundan ne etrafı seyredebildim, tüm bu önlemlere rağmen güneş tüm gücüyle içeri dolduğundan ne uyuyabildim, ne de gözlerimi kısmaktan okuyabildim... e zaten bi otobüsün içinde tek başına yapılabilecek başka bi aktivite tasavvur edemediğimden de o 5 saat geçmek bilmedi bi türlü... bi de ankara otobüsünde hiç de şaşırtıcı olmayan bi durum oldu, iki akademisyen ve iki politikacı yan sıralara denkgeldiler ve bi güzel kaynaştılar... bütün yol memleketi kurtardılar kurtardılar, batırdılar... batırdılar batırdılar, kurtardılar... her iki tarafın da konuşma şekline gerek fakülte yıllarından gerekse televizyondan ne derece aşina olduğumu farkettim, irkilerek! neyse tüm bunlara rağmen firmamız izzet ikramda kusur etmedi sağolsun, yedim içtim ben de durmadan...
aslında ankaraya iş için son aylarda çokça gitmiştim, hep uçakla... ve her seferinde de bu iş bayaa bi eğlence olmuştu bana... günübirlik ankara seyehatlerinde sanırım herkes için farkedilecek ilk şey SİYAH renktir... sabah 8 uçağı ve akşam da 6 uçağı tam bir siyahlar seli olur... bunu ilk farkettiğimde ben kırmızı ayakkabılar, kırmızı çanta, küpe, kemer vs. içindeydim ve bu durum acaip hoşuma gitmişti... bir MAN IN BLACK güruhu ve süper ciddiyetsiz KIRMIZILI bi mimar... ve sonraki her gidişimde özellikle renkli şeyler giyip bunu bi nevi oyun yaptım... insanları izledim, bana bakan, bu durumu farkeden var mı fln. diye eğlendim vs... neyse bu seyehatleri hep böyle eğlence olarak hatırlamak dileğiyle...
tabii asıl konu var daha... neden gittim ben, çünkü bi tanecik arkadaşım B. evlendi... herşey çok hoştu... arkadaşım muhteşem olmuştu: gelinliğiyle, tedirginliğiyle, makyajıyla, heyecanıyla. sonra biricik damadımız da öyle... B. benim hazırlıkta sınıf ve yurtta da oda arkadaşım, e durum böyle olunca yurrtan bi sürü arkadaşım da oradaydı... ortamı tahmin etmek hiç de zor değil: yılların yakınlığının verdiği rahatlıkla hemencecik bi kaynaşma, kahkahalar, kirirdemeler, hafiften bi uğultu... sonra bi de hazırlanma saatleri var tabii, ay senin rimelin, yok benim rujum, aaa onun allığı... yok giyinirken bana bakmayın ben utanırım geyikleri... benim sevgilim yoktu tabii ama diğerlerinin eşleri, sevgilileri de vardı aslında. amaa, onları atıverdik mutfağa, hadi sizde kaynaşın diyerekten... çok hoştu, gerçekten çok iyi geldi...
sonra da gece döndüm istanbula, bu sefer deliksiz bi uyku çektim otobüste, o kadar dansedip oynamanın üstüne... bi ankara seyehatinin anıları da iyisiyle kötüsüyle ama en mutlusu olarak böyle kaldı bende... bazıları için sıradan bi deyiş, ama bence o bir klasik!
ömür boyu mutluluklar...

Pazar, Kasım 19, 2006

AYLIK YEMEK 1.8



Nerdeyse 1 sene olmuş. Eski hatta en eski, çoğusuna da ilk denebilecek arkadaşlarla ayda 1 akşam toplanıyoruz. Bu MUTLAKA gerçekleşen buluşma, tabii ki bunun dışında meyhanelerde kederlenmeler, barlarda çılgınca zıplamalar ya da konserlerde bağıra çağıra şarkı söylemeler de hayatımızdan eksilmiş değil. Ama bu başka; herhangibirimizin (tabii çoğumuz herhangibiriLERimizin olduk) evinde, sımsıcak bi karşılama, samimi uzun sohbetler, içten kahkahalar, ve tabii güzel yemekler, içkiler... Bu gerçekten başka...
Bu ay sayıca 6-7 kişi eksiktik. Arada böyle fireler oluyor tabii, e büyüdük ya, iş yemekleri, iş seyehatleri, aileler, eşlerin aileleri, ve daha neler neler girdi hayatımıza...
Bi de benim sevgilim askerde.... Neyse geçecek, şafak 57!
Aşağıdaki melek de gecemizin sürprizi, EGE! Şimdiye kadarki en minik misafirimiz! Daha 40 gün önce açtı gözlerini dünyaya... Koklamaya doyulmuyo, ve sesi bile çıkmıyo daha...


Sevgili A. ve Ö. herşey muhteşemdi ama son darbeyi tatlıyla yaptınız! Ben şimdi müptelası olurum o tarifin, şimdilik çok teşekkürler, ama bunun yazı var, bikinisi var, minisi var...
Formül : önümüzdeki 3 ay bıkıncaya kadar yersem, sonraki 3 ay da onları yok edebilrim.... mi acaba...

Çarşamba, Kasım 15, 2006

SAW-ERZ-ERC-ERZ-SAW

ne demek bu kodlar, şu demek: sabiha gökçen havalimanı üzerinden erzuruma gidip oradan da karayoluyla erzincana geçmek, sonra 1 gece mecburen kalıp ve yine karayoluyla erzuruma gecip ve yine sabiha gökçene inmek demek. kat kat giyinip bikaç kat da yanına almak demek. toplamda 3-5 saatlik iş için 2 gününü harcamak demek.
benimse hep hayalim güzel bahar havalarında, zaman sıkıntısı olmadan, doğu ekspresiyle, şöyle uzuun uzuun o şehirleri gezmektir... neyse o da tabi hala olabilir, bu gidişler gezi değil ki , iş, iş...
aşağıdaki resimler de 2 saatlik erzurum-erzincan arası yolun dönüşü sırasında arabadan çekildi. bütün dönüş yolu boyunca söylendim durdum... hava bulutluydu ve inanilmaz güzel sızan güneş ışığı ve tabii yol boyunca sonbaharın da etkisiyle yüzlerce tonda renk vardı... tam durup durup resim şekilecek zamandı aslında, tabii bizim 12:30 uçağı için 12:15te alana vardığımız düşünülürse, bu söylenmelerime ne derece gülündüğü tahmin edilebilir... bu resimdeki ince uzun siyah ŞEY de, beraber gittiğimiz mühendis arkadaşlarla üzerinde saçma sapan olasılıklar üretip bol bol gülüp eğlendiğimiz, betonarmeden yapılmış bi tünel... şimdiye kadar yapılmış tünellerin en acaibi budur heralde, cünkü tarlanın ortasında boşlukta öylece duruyor ve trenler de içinden geçiyor... resimde de apaçık görünüyo, hiçbir görünür sebep yok ortada, akarsu, dağ, toprak yığını... hiç birşey, öylece boşlukta bi tünel! biz bu işin tamamen duygusal sebeplerle yapıldığına kanaat getirdik...

bi de bugün resimdeki elmalı turtayı yaptım. tarif portakal ağacından... sonuç gayet başarılı, tabii sevgilim de burada olsa ve o da tatsaydı cok daha lezzetli geleceği kesin...



Pazar, Kasım 12, 2006

salata kurutucu-m...

giriş....

ne zamandır aklımdaydı, hatta sonra meşhur mutfak listeme de girdi, ama uzun süre bekledi bekledi, taa ki geçen haftaya kadar... kullanan birkaç kişi çok memnun olduklarını söylemişlerdi, ama onların kullandıkları şu kaliteli ve pahalı amerikan plastik markasına o kadar para dökmeye bi türlü benim içim elvermemişti... tamam ben de o markanın bazı başka ürünlerini aldım, kullanıyorum, çok da memnunum ama nihayetinde basit bi mekanizması olan plastik bi kap işte... iyi ki de böyle düşünüp almamışım, çünkü geçen hafta bununla çok alakasız bi sebepten dolayı gittiğim praktikerde birden gözüme ilişti, hiç de yabancısı olmadığım bi markanındı ve fiyatını görünce de inanamadım... diğerinin 7de 1i... o anda benim biçok ıvır zıvır detayıma çoğu kez anlam veremeyen sevgilimin 'aşkım bunu kullanacak mısın gerçekten, bence sadece mutfakta yer kaplayacak bişey bu' diyen sesi de kulaklarımdaydı... ama ben yine de hemen kaptım bi tane, kırmızısını tabiii...

gelişme...

sonra bugün pazar kahvaltısının benim için olmazsa olmaz yeşil tabağını hazırlarken alışkanlıkla yeşillikleri yıkayıp süzgece yerleştirmiştim kiii, kutusunda beni bekleyen kurutucum aklıma geldi... aldıktan sonra yoğunluktan kutusundan bile çıkarmadam mutfakta bi köşeye atmıştım... üşenmedim çıkardım, yıkadım ve kullandım... tam çamaşır makinası gibi... bence hayli süzülmüş olan yeşilliklerimden bi su çıktı ki, inanamadım... ve böylece yukarıdaki kupkuru yeşilliklerimi hazırlamış oldum...

sonuç....

kızarmış ekmek, üzerine biraz baharatlı zeytinyağı, yeşillikler ama özellikle nane vee hellim... mutlaka denemesi gerekenlerden....

Çarşamba, Kasım 08, 2006

az gittim uz gittim dere tepe düz gittim... tam şurada...


teknik büro ç.... alo aşkım... beni çok dikkatli dinle ve hemen cevap ver... 56-55-54... bauhaustan dönüşte göztepe sapağından camlıca-şile yaziyodu, ben de saptım. şimdi tahralı sitesini geçtim, büyük bi yolun üstünden geçen köprüyü de geçtim, tam şu an ışıktayım... 44-43-42... sola küçük camlıca dümdüz de büyük çamlıca diyo ama şile demiyo... aşkım nereye gidiyosun....37-36-35... ikeaya gidicem, sola dönersem sanırım hani şu kurufasulyecinin önünden geçen yola girmiş olucam... altunizadeden de herzamanki yoluma girer giderim di mi?? ama bu sefer yolu mu uzatmış olurum?? 23-22-21... hııım ordan sonra bi büyük kavşak olması lazım, ordan dönersen olur...17-16-15... nee düz mü gidicem, sonra naapıcam... (solu biraz hatırlıyorum da karşısı tam bi kara delik, allam niye girersin şile yazan her yola.. ama şimdiye kadarkiler hep ikeaya çıkmıştı...) 8-7-6... aşkım düz git, hani m. lere gider gibi... (ne!!! m.lere gider gibi mi... onların evi buralarda mıydı... ama onlara hep altunizadeden giderdik...) büyük bi kavşak çıkıcak, orda sağdan devam ediceksin... 3-sarı-yeşil... aşkım dümdüz sonra saağaaaa.... büyük kavşaktan sağaaa...
kapattım... düz gittim... büyük kavşağa kadar ter döktüm... sonunda hep gittiğim yola atabildim kendimi... ve kan ter içinde ikeadaydım... alo aşkım... geldim... orda bile yetiyorum di mi... aşkım iyiki varsın...
peki bu sırada aşkım nerde... askerde... neyseki bazen cevaplayabildiği bi dahili hattı var... peki ben ne zaman öğrenicem bu yolları... iyi de bu yollar neden bu kadar karışık... sağ koltuk bu kadar rahatken, 30cm solu neden böyle stressli...

Cumartesi, Kasım 04, 2006

N'AAPTIM...

bi' dakka... az once ben ne yaptım.. evet evet bi blog oluşturdum...artık dayanamadım... e peki ne olacak burada: başlikta hepsini özetledin ya...telaş yok... binalar, evler, mağazalar, mobilyalar, objeler... cafeler, restoranlar, yemekler, sofralar...(ama benim işlemeli örtülerim yok ki, neyse bakcaz bi çaresine...) yutiçi, yurtdışı, şehiriçi, şehirdışı, memleket, sonra sevgilinin memleketi... etekler, kazaklar, ayakkabılar, ceketler, çantalar...
tamam artık sakinlestim... baslayabilirim...